Haberler - Duyurular
30.09.2022 2022-2023 Burs Başvuru
Ahmet ve Nezahat Keleşoğlu Vakfı 2022 - 2023 eğitim öğretim dönemi burs başvurularımız sona ermiştir.   Burs Başvuru Sonuçları Kasım Ayı içerisinde Web Sitemiz Üzerinden Açıklanacaktır.
BİR VAKIF İNSAN ÖRNEĞİ: “DR. HACI AHMET KELEŞOĞLU”
Anasayfa / Basın / Diğer / Bir Vakıf İnsan Örneği : "Dr. Hacı Ahmet Keleşoğlu"

BİR VAKIF İNSAN ÖRNEĞİ:  “DR. HACI AHMET KELEŞOĞLU”


Prof. Dr. Ramazan ALTINTAŞ


Neü, Ahmet Keleşoğlu İlahiyat Fakültesi Dekanı.


 

Bildiğiniz gibi İslam medeniyeti iyilik hareketini vakıflar marifetiyle kurumsallaştırmıştır. İşte bu makalemde iyilik hareketinin ete-kemiğe bürünmüş hali olan vakıf müesseselerinin önemi ve bir vakıf insanı örneği olarak hayırsever, eğitim gönüllüsü, Dr. Hacı Ahmet Keleşoğlu’nun iyilik alanında yaptıklarından bahsedeceğim.


“İyilik” dini kaynaklarımızda   “hayır” kavramıyla ifade edilir. “Hayır” deyince her türlü iyi, güzel, faydalı, erdemli tutum ve davranışı anlarız.


Bu dünya hayatı;  “iyilik” ve “kötülük” ile imtihandan ibarettir. Herkesin yaptığı iyilik ve kötülüğü hazır bulacağı bir gün gelecek, “Kim zerre miktarı bir iyilik işlerse, onun mükâfatını görecek; kim de zerre miktarı bir kötülük işlerse onun cezasını çekecektir.” Elbette kalıcı salih ameller, Allah katında sevap ve akıbet bakımından daha “hayır”lıdır.


Bizler, “Haydi, hep hayırlara koşun, yarışın!” diyen bir dinin mensuplarıyız. “Ne hayır yaparsak, Allah onu bilir” bilinciyle hareket ederiz. Müslüman, hayatını iyiliğe adayan ve onu iyiliklerle anlamlandıran kişidir.


 “İyilik ideali”nin zedelendiği bir zaman diliminde, savaşların, işgallerin, soykırımların, ihtilallerin, sömürgeciliğin ve şiddetin had safhaya çıktığı bir yerkürede yaşıyoruz. İyiliği arayan, iyiliksiz kalan, iyilik için çırpınan, iyiliğe muhtaç, iyilikten bihaber bin bir türlü insana ulaşmak, her birine iyilik götürmek gibi büyük bir sorumluluk taşıyoruz.


Bugün iyiliğin hayat bulduğu topraklardan, iyilerin imar ettiği şehirlerden kan ve barut kokusu yayılıyor. Bir kötülük sarmalı İslam dünyasını rehin almış durumda ve bu sarmalı besleyen yolları bir türlü kapatamıyoruz.


“Ben Müslüman’ım” diyen herkes, iyiliğin yeniden bu coğrafyada ve bütün dünyada hâkim kılınması için seferber olmalı; en yakın çevresinden başlamak üzere her işinde hayra anahtar, şerre kilit olmayı ilke edinmelidir.


İslam’da sosyal yardım müesseselerinin başında vakıflar gelir. İslam medeniyeti iyilik hareketini “vakıf”lar marifetiyle kurumsallaştırmıştır.  Vakıflar, maddi bir karşılık beklemeden başkalarına yardım etmek gibi ulvî ve fevkalâde bir düşüncenin ürünüdür.


İslam ülkelerinde vakıfların, asırlarca büyük bir fonksiyon icra etmesinin sebebini paylaşma ahlakında aramak gerekir. Çünkü “insanların en hayırlısı, insanlara faydalı olan, malın en hayırlısı, Allah yolunda harcanan (başka bir ifade ile vakfedilen), vakfın en hayırlısı da insanların en çok duydukları ihtiyacı karşılayandır” buyuran Hz. Peygamberin söz ve uygulamalarını çok iyi kavrayan Müslümanlar, bu yolda birbirleri ile âdeta yarış edercesine vakıf eserler kurmuşlardır.


Vakıf, bir malı, mülkiyetin devri sonucunu doğuran tasarruftan alıkoyup, gelirini devamlı surette ihtiyaç sahiplerine bağışlamaktır.


Hiçbir maddî karşılık beklemeden, sırf Allah rızası ve sevap kazanmak için başkalarına yardım niyetiyle meydana gelen vakıflar, yüzyıllar boyu İslam ülkelerinde önemli bir görevi yerine getirmiş, sosyal ve ekonomik hayat üzerinde olumlu etkiler bırakmış hukukî ve dinî kurumlardır.


Kur’an-ı Kerim’de “vakıf” kelimesi geçmemekle beraber bu manaya gelebilecek ve buna eş anlamlı pek çok kelime vardır. İyilik yapmak, sadaka vermek ve ihsanda bulunmak gibi başkalarına yardımı teşvik eden pek çok âyetin bulunduğunu biliyoruz. İşte bu anlayıştan doğan vakıf müesseselerinin temel referans sistemi Kur’an, sünnet ve icmaya dayanmaktadır.


Kur’an’da, bir sosyal yardımlaşma türü olan sadaka ve infakla ilgili pek çok âyet vardır. Müminler, sürekli Allah yolunda toplumun ihtiyaç sahipleriyle bir nevi mallarını paylaşma biçimi olan infak etmeye, mallarından bir kısmını karşılık beklemeksizin ihtiyaç sahiplerine vermeye teşvik ediliyorlar.


Sosyal yardımlaşmaya teşvik eden ayetlerden bazıları şöyledir:


“Hayırlı işlerde birbirinizle yarışın.”[1]


“Mallarını Allah yolunda sarf edenlerin durumu, her başağında yüz tane olmak üzere yedi başak veren tanenin durumu gibidir...[2]


“Sevdiğiniz şeylerden sarf etmedikçe, iyiliğe erişemezsiniz. Her ne sarf ederseniz, şüphesiz Allah onu bilir.”[3]


“İyilik etmek ve fenalıktan sakınmak hususunda birbirinizle yardımlaşın.”[4]


Vakıf müesseselerinin kuruluşunda ilham kaynağı olan birçok hadis de bulunmaktadır. Bu konu ile alakalı olarak şu hadis oldukça dikkat çekicidir:


 “ İnsanoğlu öldüğü zaman bütün amelleri kesilir. Ancak, devamlı bir sadaka meydana getirenler (sadaka-i câriye), faydalı bir ilim bırakanlar ve kendisine hayır duâ edecek sâlih bir çocuk bırakanlarınki kesilmez.”[5]


Bu rivayette geçen  “sadaka-i câriye” tabiri,  vakıf bir eser bırakmak manasına gelir. Yol, köprü, okul, üniversite, cami, çeşme, aşevi, konaklama evi, yetimhane, sağlık ocağı, hastane vb. gibi eserler yaptıran ve geride bu eserlerin bütün giderlerini karşılayacak vakıflar kuran kimselerin kıyamet gününe kadar amel defteri kapanmayacak,  sürekli olarak onlara sevap yazılacaktır. İşte asıl ölümsüzlük budur.


 Bu sebeple vakıflar, tarihimiz boyunca iyilerin buluşmasında, iyiliğin topluma yayılmasında ve süreklilik kazanmasında anahtar rol oynamıştır.


İslam tarihinde bizzat Hz. Peygamber (a.s) ve onun ashabı; mallarını, tarla ve arazilerini, hatta bu arazilerinin gelirlerini ihtiyaç sahipleri için vakfetmekle kalmamışlar çeşitli vakıflar kurmak suretiyle insanlığa hizmet etmişlerdir. Örneğin, Hz. Ömer’in Hayber arazisinden hissesine düşen değeri oldukça kıymetli olan ve Semğ adı verilen hurma bahçesi hakkında Hz. Peygambere: “Ya Rasulullah! Nazarımda çok kıymetli olan bir hurma bahçesine sahip oldum. Bu hususta ne buyurursanız öyle yapacağım” demesi üzerine Hz. Peygamber: “Bu hurmalığın aslını vakfet. Artık o satılmaz, hibe edilmez ve vâris olunmaz, yalnız onun mahsulü infak edilir, yedirilir” buyurmuştu. Bunun üzerine Hz. Ömer, adı geçen mülkünü vakfetti. Allah yolunda gaza eden mücahitler, esaretten kurtulmak isteyen köleler, misafirler vs. gibi layık olanlar hep bundan istifade ettiler.[6] Bu hadis hem vakfın ve hem de vakfiyenin delil oluşuna bir örneklik teşkil eder. Kısaca, somut olarak vakıf müessesesinin temelleri de bizzat Hz. Peygamberin hayatında atılmıştır.


Nitekim Câbir (r. a)’in, “ben muhâcir ve ensardan mal ve kudret sahibi bir kimse bilmem ki vakıf ve tasaddukta bulunmuş olmasın”[7] sözünden anladığımız kadarıyla sahabeden pek çok insan vakıf müessesesinin kurulmasında ön ayak olmuşlar, bu hizmet yarışı asırlar boyu bütün bir İslam coğrafyalarında diri ve canlı tutulmuş, bugüne kadar gelebilmiştir.


Hz. Peygamber ve dört halife devrinden sonra Emevîler, Abbasiler, Selçuklular vesâir İslam hükümdarları, emirleri ve bilhassa Osmanlılar tarafından pek mühim şeyler vakfedilmiş, büyük çapta vakıf müesseseleri meydana getirilmiştir.[8] Bunlar arasında, gıda, sağlık, barınma, eğitim, ibadet, ulaşım, ticaret işleri için kurulan vakıflara ek olarak, hayvanların bakımı ve tedavisi için de vakıflar kurulmuştur. Bu durumu inceleyen batılı sosyal siyasetçiler, 16. yüzyıl Türkiye’sini  ‘vakıf cenneti’  olarak nitelemişlerdir.[9] Çok kısa aralıklarla savaşma durumunda kalan Osmanlı İmparatorluğu gibi büyük bir devletin çökmeden yüzyıllarca ayakta durmasını sağlayan en büyük kurum, vakıf teşkilatları olmuştur.


Şüphesiz vakıflar, çok amaçlı kurulan hayır müesseseleridir. Bu durum İslam’ın, insanların sosyal güvenliğinin sağlanmasına büyük önem verdiğini gösterir. İnsanların sosyal güvenliğinin sağlanmasına yönelik başlıca vakıf türleri şunlardır: Fakirlere para veya erzak dağıtmak ve günlük yemek vermek gayeleriyle kurulmuş vakıflar. Kimsesiz çocuklara, fakir dul kadınlara elbise temin etmek, fakir kızların düğün masraflarını karşılamak, kimsesiz yolculara yardım etmek, esirleri hürriyetine kavuşturmak için kurulmuş vakıflar. Buharî okutulması amacıyla, yoldaki pisliklerin üzerini kapatmak ve pazar esnafını bir anlamda kontrol etmek için pazaryerine terazi ihdası gibi vakıflar. İnsanlara yol emniyetini sağlamak ve ihtiyaçlarını gidermek için yapılan binlerce kervansaraylar, hasta insanların tedavisi için kurulan hastaneler en önemli vakıflardandır. Emevi ve Abbasi devirlerinde yalnız Türkistan’da 10. 000 (on bin) kervansaray olduğu söylenmektedir.[10]


Diğer yandan borçluların borçlarını ödeyebilmeleri, çalışamayacak kadar yaşlanıp veya sakatlanan meslek erbabı ile işçilere fonlar tahsis edilebilmesi, ceza evlerindeki mahkûmların ve ailelerinin bazı ihtiyaçlarının temin edilebilmesi, fakirlerin cenazelerinin kaldırılabilmesi için çok sayıda vakıf kurulmuştur. Toplumun yaşayışı için gerekli olan eserlerle insanların en önemli ihtiyaçlarını karşılayan çeşme, sebil, sarnıç, havuz, kuyu ve göl gibi tesisleri ile yolların tamirleri gibi çok çeşitli gayelere yönelik vakıfları da zikredebiliriz.[11] Medeniyet tarihimizde bütün bu kurumlar sosyal hizmet görevi yapmışlardır.


Sosyal güvenlik açısından vakıfların bir başka özelliği, toplumda âdil gelir dağılımının sağlanmasına büyük ölçüde yardım eden müesseseler oluşlarıdır. Devlet nasıl ki bütçe aracılığı ile varlıklı kesimden vergi alıp toplumun her kesimine ve bu arada gelirsiz veya geliri düşük halk tabakalarına hizmet götürüyorsa, vakıflar aracılığı ile de aynı şey yapılmaktadır.  Vakıf olmasaydı ferdin serveti tamamıyla mirasçılarına kalacaktı. Oysa vakıf yolu ile mirasçılarına kalacak olan servetler törpülenmekte ve azaltılmaktadır. Geçmişte bugünkü değerleri çok yüksek rakamlara ulaşan vakıf müesseseleri kurulmuştur. İslam dünyasındaki toplam vakıf varlığının bugün para karşılığı değerini ortaya koymak mümkün değildir. Bu, bize vakıfların çok büyük ölçüde millî ekonomiye katkıda bulunduklarının açık göstergesidir.[12]


Özellikle sosyal refah anlayışı gelişmemiş modern toplumlarda zorunlu veya gönüllü yardım müesseseleri arasında yer alan vakıfların, sosyal barışın sağlanmasında “ara kurumlar” rolünü üslenmiş olması oldukça büyük önem arz eder. Bu anlamda vakıflar, toplumsal patlamaların önüne geçilmesinde emniyet sibobu işlevi görür. Bundan dolayı vakıfların önü kesilmemeli, aksine destek verilmelidir.


 İşte bizzat rahmet ve minnetle andığımız hayırsever insan merhum Dr. Hacı Ahmet Keleşoğlu tarafından kurulan, Ahmet ve Nezahat Keleşoğlu Vakfı da bu kadim iyilik zincirinin günümüzdeki en güçlü halkalarından biri olarak görevini ifa etmektedir. Bu vakıf kurulduğundan bu yana ülkemizde, kültürden eğitime, sanattan sağlığa, sosyal yardımlaşma ve dayanışma alanlarında birçok iyiliğe öncü oluyor ve katkıda bulunuyor. Mesela, İstanbul’da birçok ilköğretim, lise ve yükseköğretim kurumu Ahmet ve Nezahat Keleşoğlu tarafından yaptırılmıştır. Ayrıca Konya’mıza da bu vakıf marifetiyle birçok eser kazandırılmıştır.  Başta NEÜ, Ahmet Keleşoğlu Eğitim Fakültesi, Ahmet Keleşoğlu Lisesi, Konya Eczacı Odası, Selçuklu Belediyesi Ahmet Keleşoğlu Kültür Merkezi, yine Ermenek’te Nezahat ve Ahmet Keleşoğlu camii, aşevi bunlar arasındadır. Yine temeli atılarak yapımına başlanan  NEÜ Ahmet Keleşoğlu İlahiyat Fakültemiz ve tatbikat camii de inşallah Ahmet ve Nezahat Keleşoğlu Vakfımızın milletimize hediye ettiği eserler arasında yerini alacaktır.


Elbette Ahmet ve Nezahat Keleşoğlu Vakfının hizmetleri bunlardan ibaret değildir. Özellikle "Seyran Mahallesi Ahmet Nezahat Keleşoğlu Camii Ermenek/ KARAMAN" adresinde 1 Mayıs 2009 tarihinden itibaren faaliyetlerine başlayan aşevinde:  yoksul, kimsesiz, hasta, yatalak, kısaca maddi durumu yetersiz olan kişilere öğle ve akşam yemeği olmak üzere iki öğün yemek dağıtımı yapılmaktadır. Bu yemekler vatandaşların ayağına götürülmektedir.


 Yine her yıl Ramazan ayının ilk haftasında Ermenek ve köylerinde fakir vatandaşlara erzak dağıtımı yapılmaktadır.  Ayrıca her yıl Ramazan ayında Ermenek, Konya ve İstanbul'da, vakfedenlerin ve ailesinden ölmüş olanların hayrına Hatimler indirtilmektedir.   Bu hizmetlere ilaveten, özellikle Kurban bayramlarında, Ermenek, Konya ve İstanbul'da kurbanlar kestirilerek, ihtiyaç sahiplerine veya hayır kurumlarına dağıtılmaktadır.   Bu sosyal yardımlaşma ve dayanışmalara ek olarak her yıl yüzlerce öğrenciye burs imkânları sağlanmaktadır.

Dr. Hacı Ahmet Keleşoğlu denildiği zaman “güven, denge, istikrar, disiplin, çalışkanlık, dürüstlük, paylaşma ahlakı” gibi değerler gelir.  Merhum Dr. Keleşoğlu,  sadece kurduğu ticari kuruluşlarıyla milletimizin iktisadi hayatına katkı yapmakla kalmadı, aynı zamanda milletimizin tarihsel yürüyüşünü güçlendirici sosyal, kültürel, eğitim ve sağlık hayatına da büyük yatırımlar yapmıştır.


 Bugün onun geride bıraktığı kurumlar, aynen onun belirlediği ilkeler ve gösterdiği hedefler doğrultusunda varisleri tarafından büyük bir kararlılıkla hizmet yürüyüşüne devam etmektedir.


Dr. Hacı Ahmet Keleşoğlu bir vakıf insanıdır.  O hayatı boyunca yaşadığı cennet vatanımıza ve insanımıza karşı sorumluluklarını yerine getirmek adına eğitim, kültür, sağlık ve sanat gibi alanlarda sadaka-i cariye cinsinden geride pek çok hizmetler bırakmıştır. Önceliği her zaman çocuklarımızın ve gençlerimizin eğitimine vermiştir.  Bu milletin evlatlarının her birini kendi çocukları gibi sevmiş, onların yetişmeleri için imkânlar sağlamaktan geri durmamıştır. Onun kurduğu Ahmet ve Nezahat Keleşoğlu Vakfı bunun en açık örneğidir.


Aliya İzzet Begoviç, Allah’ı tefekkürle bulmaktan iyilik yolunda bulmanın daha erdemli olduğunu söyler. İmam-ı Gazali de bireysel nafilelerden, sosyal nafilelerin daha değerli olduğuna değinir.  İşte Ahmet Keleşoğlu,  Aliya’nın dile getirdiği gibi, Allah’a, iyilikler yaparak ulaşmayı tercih eden bir mü’min insan örneğidir.


Öte yandan merhum Dr. Ahmet Keleşoğlu hayırsever bir eğitim ve yardım gönüllüsü olmanın yanında aynı zamanda bir vakıf insanıdır.


VAKIF İNSANI KİME DENİR?


Vakıf insanı, “insanların en hayırlısı insanlar için faydalı olandır” Peygamber sözünden hareketle; varlığını, gücünü, sermayesini, ilmini, enerjisini, zamanını ve bütün maharetlerini insanlığa adayan ve paylaşmaktan çekinmeyen gönül adamıdır.


Vakıf insanı, “benim karnım tok başkaları bana ne!” demeyen insandır.


Vakıf insanı, “bütün mahlûkata merhametle muamele eden” merhamet ve şefkat elçisidir.


Vakıf insanı, fütüvvet ve isar ruhuna sahip olan kimsedir.


Vakfı insanı, “yaratılanı hoş gör, yaratandan ötürü” zihniyetini taşıyan iyilik elçisidir.


Vakıf insanı, yaptıklarının karşılığını sadece Allah’tan bekleyen hasbî insandır.


Vakıf insanı, “yerdekilere merhamet etmeyene göktekiler merhamet etmez” inancını dikkate alıp, merhamet ve şefkati hayatının tüm alanlarına taşıyan bir insandır.


Vakfı insanı, toplumun hakemidir.


Vakıf insanı, her türlü hayrın öncüsü, her türlü kötülüğün engelleyicisidir.


Vakıf insanı, iyilik ve takvada yarışan,  günah işlemekte ve düşmanlıkta yarışmayan kimsedir.


Vakıf insanı, gösterişçi dindarlıktan uzak duran, yaptığı iyilikleri gizleyen,  “hayır yolunda koşarken”, eğer bunu yaparsam “falan ne der endişesinden ziyade Allah ne der” endişesi taşıyan kimsedir. 


Vakıf insanı, hasbidir. O bu konuda Allah elçilerinin yolunu izler. Yaptıkları iyilikler karşısında “ben ücretimi Allah’tan istiyorum” demekten öte bir niyet taşımaz ve farklı bir davranış içerisine girmez. Kendi gücü nispetinde hayır yolunda koşar.


Vakıf insanı, ihlâslıdır. Yaptıkları hayrı Allah için yapar, hayırlarına gösteriş karıştırmaz. Bu konuda o, her biri muhlis sıfatıyla donanmış olan peygamberleri örnek alır. Her türlü gösteriş ve reklâmdan uzak durur.


Vakıf insanı, hoşgörülüdür. Kabalığa karşı nezaketle muamele eder.


Vakıf insanı, toplumun “güvenilir” kimsesidir.


Vakfı insanı, çevresindeki insanlara ve ülkesine karşı vefalı insandır. İşte merhum Dr. Hacı Ahmet Keleşoğlu büyüğümüzde bir vakıf insanı olarak bütün bu özellikler vardır.


Sözlerime son verirken, onu bir daha tekrar rahmet ve minnetle anıyor, Yüce Allah’tan makamını cennet eylemesini diliyorum.


 

 

 

 

[1] el-Bakara 2/148.

[2] el-Bakara 2/261.

[3] Âl-i İmrân 3/92.

[4] el-Mâide 5/2.

[5] bk. Müslim, “Vasiyye” 14; Ebû Davud, “Vesâyâ” 14; Tirmizî, “Ahkâm” 36.

[6] Buhârî, “Vesâyâ” 22; Müslim, “Vasiyye” 15. Ayrıca bk. Molla Hüsrev, Gurer ve Dürer, III, 177.

[7] Bilmen, a.g.e., IV, 304.

[8] Bilmen, a.g.e, IV, 304.

[9] Yazgan, Turan, Gelir Dağılımı Açısından Sosyal Güvenlik, İstanbul, 1977, s. 15.

[10] Bilmen, a.g.e., IV, 302-303.

[11] Şeker, Mehmet, İslam’da Sosyal Dayanışma Müesseseleri, Ankara, 1984, s. 100.

[12] Yeniçeri, Celâl, İslam İktisadının Esasları, İstanbul, 1980, s. 462; krş. Şensoy, Ali, İslam Ekonomisi Açısından Dayanışma ve Sosyal Güvenlik,  İstanbul, 2001, s. 140.

HAKKIMIZDA   |   FAALİYETLERİMİZ   |   BURSLAR   |   BASIN ODASI   |   MEDYA ARŞİVİ   |   ÖDÜLLER   |   SEÇİM

Aydınlatma Metni | Kullanım Koşulları |   2012 © ANKVAKFI